ud
Ud kelimesinin aslı Arapça'dan: "sarısabır veya ödağacı" anlamındaki "el-oud'dan gelir.
11-13. yüzyıllar arasındaki Haçlı seferleri sırasında tanıyıp Avrupa'ya götürdükleri bu saza, luth (Fr.), lute (İng.), Laute (Alm.), liuto (İtal.), Alaud (İsp.), Luit (Dat.) gibi hep L ile başlayan isimler vermişlerdir. Hatta 'saz yapıcılığı' anlamında bizde de kullanılan 'lütye' kelimesi de yine luth'den yapılmadır (aslı luthier).
Ud'un yapımı 5 elemandan oluşur: Tekne (gövde), göğüs (kapak), sap, burguluk ve teller.
Ud tellerinin dört türlü akort şekli vardır ki şunlardır:
1). Geleneksel 5 telli Ud'da (inceden kalına); sol-re-la-mi-re;
2). Çağdaş 6 telli Ud'da (aynı sırayla): sol-re-la-mi-re-la (Targan bu kalın La'yı çalacağı parçaya göre bazen kalın Sol olarak da kullanmıştır);
3). Bacanos'un yaptığı değişiklik; sol-re-la-mi-si-fa diyez; 4) Cinuçen Tanrıkorur'un akort sisteminde sol-re-la-mi-si-en kalın mi. It also plays an important role in north African countries, such as Morocco, Tunisia, Algeria, Egypt, and Sudan.
Ud bütün Türk Mûsikisi çalgıları gibi tamamen el işçiliği ile yapılmaktadır. Bu nedenle yukarıda bahsedilen şeklinin aksine çok meşakkatli, uzun zaman isteyen ve gerçekte çok önemli bir sanat dalıdır.
Günümüze kadar esasen usta-çırak yada baba-oğul usulu ile imal edilmiştir.Her ustanın ayrı bir tarzı ve imal şekli vardır. Bu nedenle Ud'lar imal edenin ismiyle anılır ve isim yapar.
Dünyanın birçok yerinde özellikle Arap ülkeleri ve Amerika'da Ud imal edenler bilinmektedir. Ancak şu bir tartışılmaz gerçektir ki Türkiye'de imal edilen Ud'lar geçmiş tarih itibari ile birer şaheserdirler. Bu yapımcılardan Manol Usta (1845-1915) , İlya Usta (1870-1930) ve Onnik Usta'ların imal ettiği Ud'lar bugün için çok değer taşımaktadırlar.
kanun
 |
�Kânun�un bazı kaynaklara göre büyük Türk bilginlerinden FARABİ (870-950) tarafından icat edildiği söylenmektedir, aynı kaynaklar FARABİ'nin �Kânun�üzerinde çeşitli değişiklikler yaptığını da öne sürmektedir.
Ancak, antik çağda Mısır ve Sümerliler tarafından kullanıldığını gösteren bazı tarihi belgelerden başka eski bir Arap rivayetine göre de �Kânun�u, İbn-i Hallegan'ın icat ettiği ve bu bilginin Horasanlı Bermek ailesinden olup Musul'un Türklerle meskun İrbil şehrinde doğduğu söylenmektedir.
Bir efsaneye göre de: Bir ağacın üzerinde ölen kuşun, ağacın dallarından aşağıya sarkan kurumuş bağırsaklarının rüzgarın etkisiyle çıkardığı seslerden esinlenerek �Kânun�un bulunduğu söylenir. Evliya Çelebi seyahatnamesinde, �Kânun�un meşhur üstadlardan Ali Şah tarafından icat edildiğini ve Revanlı Mirza Haydar Bey ile Cağalazade Mustafa Bey'in �Kânun�hakkında bilgi sahibi olduklarını yazar.
İsmi Yunanca �Kanon� (tek telli saz) olmasına rağmen Asya'da icat edildikten sonra Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya göç etmeleri ile �Kânun� Anadolu'ya getirilmiştir.
�Kânun�için 20. asır başlarına kadar bağırsaktan yapılmış ve kiriş olarak adlandırılan teller kullanılıyordu. Bu kirişler, naylon tellerin daha dayanıklı olmaları ve daha güçlü ses vermeleri ayrıca çeşitli kalınlıklarda bol miktarda bulunması nedeniyle tamamen terkedilmiş ve yerini naylon tellere bırakmıştır. Bu tellerin bildiğimiz balık mesinaları ile hiçbir ilgisi olmayıp saf naylondan imal edilen cinsleri kullanılır.
Kânun�eğik kenarı uzun bir yamuk şeklindedir, bu şekilde yapılmasının amacı, tellerinin boyunun ayarlanmasındandır. Akort yapmaya yarayan burguların konduğu bu sol tarafa daha sonra mandallar eklenmiştir. Şekil yönünden kalınlığı az olan tahta bir kutuya benzer. Teller göğüs üzerine birbirine paralel olarak üçer üçer gerilmiştir. �Kânun�boyu 95-100 cm. , eni 38-40 cm. ve kalınlığı 4-6 cm. arasında sağ tarafı iki dik açılı bir yamuk şeklindedir. Genellikle yapımında Köknar veya Ladin, Çınar(göğüs tahtası olarak), Ihlamur, Gürgen ve Kayın v. b. ağaçlar kullanılır. Sağ tarafta ise teller eşik denilen bir köprü üzerinden Geçer ve bu köprünün altında rezonansı sağlayan deri bulunur, bu deriler de oğlak veya balık derisi kullanılır.
Kanun mızraplı çalgılarımızdan en fazla ses yoğunluğuna sahip olan çalgı olarak karşımıza çıkar. Laboratuar ortamında yapılan ölçümlerde �Tanbur�un orta oktav ses yoğunluğu -6. 66 desibel, �Ud�un orta oktav ses yoğunluğu -13. 70 desibel iken �Kânun�un orta oktav ses yoğunluğu ise +2. 21 desibeldir. Bu da şunu göstermektedir, bu üç çalgıyı beraber bir eserin icrasında kullanırsak, �Ud�un sesi tamamen kaybolacak, �Kânun�her iki çalgıdan daha güçlü olarak işitilecektir.
Kanun sipariş etmek için tıklayınız!
|
 |
|
|
|
Osmanlı dönemi müziğinin en önemli üflemeli çalgılardan Ney , insanoğlunun ürettiği belkide ilk çalgılardan biri olan ve kamıştan üretilmiş üflemeli çalgılarından olup, tarihin derinliklerinden gelmiş ilkel donanımlı bir çalgı olmasına karşın, insanı etkileyen uhrevi ve doğal bir sese sahiptir.
Sümerce' den Farsça' ya geçen � nâ � veya � nay �, kamış, kargı anlamlarına da gelen bu çalgının en eski adıdır. Arap toplumunda üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan � mizmâr � sözcüğü, (nefes borusu, ses organı anlamında) ney için de kullanılmıştır. Türkçe' de ise hemen her zaman � ney � olarak anılmıştır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde de benzer adlarla (örneğin Romanya'da � naiu � adıyla) adlandırılmıştır.
Yapımında kullanılacak kamışın dokuz boğumlu olması gerekir. Kamışını içi boşaltılırak üretilen ney in en üstteki boğumu tam açılmaz ve yarım bırakılır. Ney e ses veren delikler (perdeler) üstten alta doğru boğumlara belli bir sıra ile dağılırlar. Ney de biri arkada olmak üzere toplam 7 delik bulunur.
Neyin ilk boğumu olan Boğaz boğumu üstünde yer alan çalgının üflenen ucuna genellikle manda boynuzundan yapılan ve başpare adı verilen bir başlık takılır. Kamışın her iki ucuna, çatlamasını önlemek için gümüşten birer yüzük (parazvane) geçirilir.
|
|
|
|
|
|
 
 
 |
Anadolu'da daha çok kadınlar tarafından düğünlerde ve özellikle kendi aralarında düzenledikleri eğlencelerde kullandıkları ve halk arasında ‘'dümbelek, dümbek, cümlek, küp'' gibi adlarla çalınan sazlardan fazla farklı olmayıp, sadece gövde kısmı ağaç ve ya metalden yapılıp derisi ise vidalar yardımı ile gerdirilen bir vurgulu sazdır. Daha ziyade oyun havalarında çalınır. Türk sanat ve Türk halk müziğinde çalınmaktadır. Dümbelekte olduğu gibi parmak uçlarıyla diz üzerinde vurularak çalınır.
Milattan önceki dönemde günümüz darbukasına benzer çalgılar, çeşitli biçim ve büyüklüklerde Anadolu, Mezopotamya ve Orta Asya uygarlıklarında kullanılmışlardır. Daha sonra ki süreçler içinde değişip gelişerek yine aynı coğrafyalar içinde kullanılmıştır. Bu çalgı zaman içinde ve bölgelere göre farklı isimler ile anılmıştır. Bunlar arasında “dümbek, dümbelek, deplek, deblek, dönbek, tömbek, darbeki, debulak” gibi isimleri sıralayabiliriz. Önceleri pişmiş toprak kullanılarak üretilen bu vurmalı çalgı, giderek sırsız toprağın yanı sıra bakır, alüminyum, çeşitli metal alaşımlar, alçı, porselen, ağaç ve cam elyaf v.b. gibi malzemeler kullanılarak da yapılmıştır.
Genellikle bir tarafı geniş, diğer tarafı dar bir boru görünümündeki çalgıda, hayvan derisi ve son zamanlarda ise çoğunlukla sentetik deri kullanılmaktadır. Deri bir kasnağa gerilir ve vidalar yardımıyla gerdirilerek ton sağlanır. Bu çalgının gövdesi üzerine, çeşitli yöre ve kültürel yapıya uygun süslemeler de yapılmış ve günümüzde de devam etmektedir.
Darbuka dersleri için buraya tıklayın.
Sipariş Etmek için buraya tıklayın!
|
 |
|
|
|