Seyit Onbaşı, 1889 yılının Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık (Manastır) köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Abdurrahman, annesinin ki Emine idi. Seyit, 1909 yılının Nisan ayı başlarında askere alındı. 1912′de Balkan Savaşları’na katıldı. Savaş bitiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi’nde görev aldı. Çanakkale Savaşları’nda gösterdiği kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdırdı. 18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı. Seyit Onbaşı 1918 sonbaharında köyüne döndü. Sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etti. 1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla “Çabuk” soyadını aldı. 1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat etti.
Düşman zırhlılarından bir tanesi (Ocean) sağa sola alev kusarak hızla ilerliyordu. Seyit Onbaşı, hemen istihkamdaki toplara bir göz attı. Bir tanesi dışında hepsi kullanılamaz derecede hasara uğramıştı. Çalışır vaziyette olan topa ait mermileri kaldırıp namluya sürülmesine yardımcı olan vinç tertibatının parçalanmış olduğunu fark etti. Ama birşeyler yapmalıydı…
Çanakkale savaşlarında komutanından erine kadar herkes, çok büyük bir gayretle savaşmıştı. Dost düşman herkes bilir ve ifade eder ki, yaptıkları savaşın bir ‘cihad’ olduğunun şuuru içinde olan Türk Askerleri, ellerinden gelen ve insan olarak yapmaları gereken tüm gayretleri gösteriyorlardı. Bir İngiliz yazarı 18 Mart 1915 günü yapılan büyük deniz savaşında Türk topçusunun gayretlerini şöyle anlatır:
“Türk askerlerinin yedi saatlik uzun bombardıman sırasındaki tutumları hayranlık uyandırıcıdır. Gelibolu kıyısında, Kilitbahir’deki Türk topçusunu izleyenler, onların önüne geçilmez bir inançla savaştığını, askerler top başına koşarken imamların dua okuduklarını anlatır. Burada görülen, savaşın alışılmış heyecanının da ötesindedir. Türk askerleri bir dini heyacan, kafire karşı savaşmanın getirdiği bir duygunun etkisindedir. Bu nedenle uçuşan şarapnellere ve patlıyan mermilere aldırmaksızın kendilerini ileri atarlar.” (Gelibolu, Alan Moorehead, şubat 2002, Doğan Kitapçılık- sahife 66)
İşte bu cihad etme şuuruyladır ki, askerlerimiz arasında eşi ve benzeri duyulmamış olaylar yaşanmıştır.
Çanakkale cihadının bu enteresan olaylarından birisi de Seyit Onbaşı’nın başına gelenlerdir. Aslında Seyit’in yaptığı kahramanlığın, bilinen tabiat kanunları ile izahı yoktur. Elbette bir izahı vardır, ama bu izah ancak Nusretullah, (Allah’ın yardımı)kavramıyla anlamını bulur.
Şimdi olayı nakledelim:
Büyük patlama…
18 Mart günü saat 17.00 olmuştur. Deniz savaşı bütün hızı ve şiddeti ile devam etmektedir. O ana kadar Türk topçusunun maharetli atışları ve Nusret’in gizlice döktüğü mayınlarının yardımı ile düşmanın, Bouvet zırhlısı batırılmış, Inflexible ve Irresistible iseağır yaralanarak yan yatmış, düşmanda bir panik havası görülmeye başlanmıştı. Yan yatmış olan Irresistible’in hemen yanından, Ocean isimli zırhlı, bağından boşanmış azgın bir atgibi, tekme savururcasına, sağa sola ateş kusarak pervasız bir şekilde ileri gitmeye başlamıştı. Bilhassa Rumeli Hamidiye ve Rumeli Mecidiye tabyaları bu zırhlının açtığı ateşlerle toz duman içinde kalmıştı.
Tam o sırada Rumeli Mecidiye tabyasının ağır toplarının bulunduğu kısma Ocean’ın fırlattığı büyük bir düşman mermisi düşmüş, tabyanın cephaneliği isabet aldığından büyük bir infilak meydana gelmişti. Taş toprak ve insan parçaları havaya savrulmuş, tabya toz bulutları içinde kalmıştı.
Tabyada topçu yardımcılığı yapan, Balıkesir’in Havran-Çamlık (bügünkü ismiyle Kocaseyit) Köyü’nden Mehmet oğlu Seyit Onbaşı, patlamanın tesiriyle üzerine örtülmüş olan taş toprak parçalarını silkeleyip, başını kaldırdı, sağa sola bakındı. Hâlâ yaşıyordu. Şükür yaralanmamıştı da. Yanıbaşında takım arkadaşı Ali’yi gördü:
-Arkadaşlar nerdeler?
-Arkadaşlar mertebelerini buldular. Hepsi şehit oldular. Sadece sen ve ben kaldık.
Seyit doğrulup boğaz sularına bir göz attığında çok heyacanlandı. Düşman zırhlılarından bir tanesi (Ocean) sağa sola alev kusarak hızla ilerliyordu. Hemen istihkamdaki toplara bir göz attı. Bir tanesi dışında hepsi kullanılamaz derecede hasara uğramıştı. Çalışır vaziyette olan topa ait mermileri kaldırıp namluya sürülmesine yardımcı olan vinç tertibatının parçalanmış olduğunu fark etti. Ama birşeyler yapmalıydı.
İşte o an
Yerde, çalışabilir vaziyetteki topa ait dört adet mermi vardı. Sağına soluna bakındı başka mermi de kalmamıştı. Topun atış yapabilmesi için yerde duran mermilerin, birkaç basamaktan oluşan topun merdiveninden yukarı çıkarılıp namlu haznesine sürülmesi gerekiyordu. Ani bir kararla mermilerin yanına gitti. Arkadaşına:
-Gel Ali! Yardım et de şu mermiyi sırtıma alayım.Dedi. Arkadaşı şaşkın şaşkın bakarak:
-Bu mermilerin her biri 215 okka(275 Kg.) çeker. Kaldıramazsın Seyit! dedi.
-Bir deneyelim! diye cevap verdi.
Ellerini toprağa bulayıp tuttukları mermiyi Seyit’in sırtına koymaya muvaffak oldular. Seyit kemiklerinin çatırdadığını duyar gibi oldu. Gözlerinin önünden şimşekler geçtiğini zannetti. Boyun damarları parmak gibi dışarı çıkmıştı. Hafif sendeledikten sonra topun merdivenlerini teker teker, yavaş yavaş çıktı. Arkadaşının yardımiylemermiyi topa sürmeye muvaffak oldu. Nişan tertibatını yeniden ayarlayarak besmeleyle ateşledi. Bu üçüncü mermi, gemiye kıç tarafındansu hizasından isabet edip patladı. Geminin dümen tertibatı parçalandı. Dümensiz kalan gemi geniş yaylar çizerek başıboş sürüklenmeye başladı.
Koşar adım yanlarına gelen batarya komutanı Hilmi Bey, yanlarında iki Alman subayı olduğu halde takdir dolu gözlerle bakarak:
-Sen miydin Seyit?Vurdun gemiyi,dedi.
Ocean sulara gömülüyor
Az sonra kulakları sağır eden bir patlama oldu. Denize baktıklarında az önce Seyit’in dümenini tahrip ettiği, başı boş dolaşmaya başlayan geminin, siyah dumanların içinde kaldığını, dumanlar biraz dağıldığında da yan tarafa doğru yatmakta olduğunu gördüler.
Evet Ocean başıboş ve dümensiz kaldığı için Nusret’in mayınlarından birine çarpmış ve hızla batıyordu. Siperlerin arkasından ve gözetleme yerlerinden tekbir sesleri yükseliyor, alkışlarla ortalık çınlıyor, birbirlerine sarılan komutan veaskerler sevinç gözyaşlarına boğuluyordu… Seyit Onbaşı’nın attığı mermi, bir tek mermi, çılgın Ocean’ı durdurmakla kalmamış savaşın kaderini de değiştirmiştir.
Ertesi günü istihkamları tek tek dolaşmaya başlayan Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Bey, Seyit’in kahramanlığını öğrenir:
-Evladımbu mermileri nasıl kaldırıp, topun namlusuna sürdüğünü bize gösterebilir misin?
Seyit biraz mahcup bir eda ile, aynı türden bir merminin yanına gider, ellerini toprağa sürer, besmele çekerek mermiye sarılır, fakat mermiyi yerinden bile kımıldatamaz. Bu tarihi olayın belgelenmesi için,merminin ağaçtan bir modelini yaparlar, Seyit Onbaşı’ya bunu kaldırtarak fotoğrafını çekerler. Gerçekten de bu fotoğraf dünya basınında yer almış ve bugün de arşivlerde mevcuttur.
Çanakkale Savaşları’nın kaderini değiştirenler unutulur mu?
Hangi mülahaza ile yapıldığı bilinmez ama, Seyit Onbaşı’nın tarihi fotoğrafında mermiyi sırtında taşıdığı görülmektedir. Fakat olay yerinde bulunan heykelde kucağında taşıttırılmıştır. Madem bir heykel yapılacaktı, aslına uygun yapılsa idi daha isabetli olmaz mıydı?
Seyit Onbaşı’nın hikayesi çok basit bir hikaye değildir. Cihadı, şartlarına uygun olarak gerektiği gibi yapan, sonra da içten bir besmele ile gereğini yerine getirmeye çalışan bir mücahid’in, nasıl Allah’ın yardımına mazhar olduğunun, bu yardım dolayısiyle, savaşın büyüklüğü karşısında, çok küçük gibi kalan bir merminin, o büyük savaşın kaderini nasıl değiştirdiğinin, canlı belgesini bizlere sunmaktadır.
Balıkesir’in Havran, Çamlık köyünden olan Seyit Onbaşı, savaştan sonra köyüne dönmüş, mesleği olan çiftçilikle uğraşırken, yoksul bir vaziyete düşmüş ve öyle yaşamış olduğunu okuyoruz.
Sonradan, Atatürk’ün, savaşın geçtiği yerlere yapmış olduğu bir ziyaret sırasında, Seyit Onbaşı’yı hatırladığı, kendisinin savaşın kazanılmasında çok önemli bir görev yaptığını ifade ettiği, kendisi ile ilgilenilmesi direktiflerini verdiği bilinmektedir.
1939 yılında köyünde vefat eden Seyit Onbaşı, Çanakkale Cihad’ının ve zaferinin adeta bir sembolü haline gelmiştir. Bugün şehitlikleri ziyaret edenler, Seyit’in ve şehit arkadaşlarının ruhuna bir fatiha okumadan geçemezler.
Acı ama gerçek…
Bazı “kitap” yazarları ve “belgesel” ciler, gerek yazdıkları kitaplarda, gerekse çektikleri belgesellerde Seyit Onbaşı olayını hiç olmamış gibi es geçerler. Çanakkale savaşlarını bir dostluk savaşı gibi takdim eden ve o günkü düşmanlarımızın ne kadar kahraman (!) olduklarını bize anlatmaya çalışan bu “Çanakkaleciler” le birebir görüştüğünüz zaman da, Seyit olayının çok abartıldığını, halbuki kaldırdığı merminin 150 kg. bile gelmediğini, ifade ederek, size cevap verirler…
Onlara göre, köyünde odun kütükleri ile uğraşan Seyit’in iri ve antrenmanlı vücuduyla bu mermiyi kolaylıkla kaldırmış olması mümkündür. Olağanüstü bir durum yoktur…
Düşmanlara bile kahraman derken, asıl kahramanlarımızdan merhumSeyit’i görmezden gelenlere şöyle seslenmek istiyorum:
Efendiler!
Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?
Madem iri vücutlu seyit bu 100-150 kg lık mermiyi kolaylıkla sırtlayıp götürmüştü de, o günkü komutanları niçin fotoğrafını çekip dünya basınına servis etmişlerdi? Yoksa bu fotoğraf fotomontaj mı? Seyit gibi iri yapılı bir sürü er varken size göre hiçbir olağanüstülük taşımayan bu mermi olayını niçin anlatmışlardır? Diyebilirsiniz ki, o savaş ortamında bir propaganda olarak böyle bir şey uydurulmuş olabilir?
O zaman şunu da izah edebilir misiniz? Mustafa Kemal Atatürk savaştan çok sonra cepheyi gezerken, Seyit Onbaşı’yı niçin buldurmuştur.
Niçin kendisinden takdir dolu sözlerle bahsetmiştir? Niçin Balıkesir Valisine Seyit’le ilgilenmesi talimatını vermiştir?
Size göre Atatürk de mi olayı abartmıştır? İyi de Atatürk o savaşın içindeydi. O mu olayı yakınen biliyor yoksa siz mi?
Seyit 276 kg lık bu mermiyi cihad şuuru ve Allah’ın yardımıyla kaldırmıştı. Bu kavramlara “hurafe” diyebilen sizler! Yoksa siz Atatürk’ü de hurafeci mi ilan edeceksiniz?
Utanın, utanın!
Gidin bugünkü Kırıkkale mühimmat fabrikasına da, sizin için hoş olmasa bile, o günkü orada bulunan topların mermilerinin kaç okka çektiği gerçeğini öğrenin. Çanakkale gerçeğini ve kahramanlarımızı milletimize unutturamazsınız!!! Kendi kahramanlarımızı ve Allah’ın yardımlarını görmezden geldiğiniz, böyle belgeselleri ve kitapları da alın başınıza çalın!
Seyit Onbaşı’nın ve tüm şehit ve gazilerimizin ruhları şad olsun!
Olayın geçtiği Rumeli Mecidiye Tabyasının bu günkü hali de içler acısıdır… Orasını da manzum olarak anlatmaya çalışalım ki, birilerinin belki yüzü utançtan kızarır da dikkatini çekmiş oluruz…
Bu olay Ekrem Şama’nın yazdığı ŞU BOĞAZ HARBİ isimli kitaptan alınmıştır. (Gonca Yayınları: (0212) 528 50 76
Sunay Akın`dan tarihi bir alıntı. Kul Mehmet yabancısı olduğu ülkede kendine bir iş bulamayınca kendi işini kurmaya karar verir. Yaptığı tek tekerlekli arabayı kırmızı ve beyaz renklere boyar. Yüreğindeki memleket özlemini dindirememiş olacak ki, bir de ay yıldızlı bayrak asar önüne. Bir kenarına “Türk dondurması” yazılı arabası ile sokakları gezmeye koyulur. Bir yandan da Türkçe olarak “Kaymaklıı” diye bağırmaktadır.
Kasap Abdullah Bey de, Kul Mehmet gibi Avustralya`nın Silver City kentinde yaşamaktadır. Bu ikisini biraraya getiren, Osmanlı`nın İngiltere`ye savaş ilan etmesidir. Bu iki kafadar savaş çıkınca ülkelerine dönmek ister ancak yolların kapalı oluşu bahanesi ile geri çevrilirler.
1915 yılının ilk günü, Anzaklar`ın Çanakkale`ye çıkarma yapmalarından yaklaşık dört ay önce, hınca hınç dolu bir tren Broken Hills Boğazı`na geldiğinde, makinist yolun bir araba ile kesilmiş olduğunu görerek yavaşlar. Arabanın üstündeki ayyıldızlı bayrağın ne anlama geldiğini düşünürken bir kurşun yağmuru başlar karşı tepeden. Makinist treni geriye doğru hareket ettirirken vagonlardan insan iniltileri yükselmektedir. Olay yerine gelen polis açılan ateşin şiddetinden tepede en az bir bölük asker olduğunu düşünüp eyalet kuvvetlerini yardıma çağırsa da bir sonuç alınamaz ve askeri birlikler yardıma koşar sonunda. Nihayetinde tepe düşer ve anzak askerleri Kasap Abdullah Bey ile Dondurmacı Mehmet`i on metre ara ile cansız yatarken bulurlar. Sıkı sıkıya sarıldıkları boş tüfekleri zor alınır ellerinden. “Diğerleri kaçmış” denilerek büyük bir arama başlatılır bölgede. Avustralya ordusu, iki insan tarafindan durdurulduğuna inanamaz bir türlü ve bu iki Türk`ün arkasında Almanların olacağı düşünülüp, bölgedeki göçmen Alman dernekleri basılıp yağma edilir ancak bir sonuca varılamaz…
Dondurmacı Kul Mehmet ve kasap Abdullah Bey`in, Çanakkale hezimetinin habercisi olan direnişi “Resmi Avustralya Harp Tarihi”ne “Broken Hill Savaşı” adıyla yazılır! ..
Düşman zırhlılarından bir tanesi (Ocean) sağa sola alev kusarak hızla ilerliyordu. Seyit Onbaşı, hemen istihkamdaki toplara bir göz attı. Bir tanesi dışında hepsi kullanılamaz derecede hasara uğramıştı. Çalışır vaziyette olan topa ait mermileri kaldırıp namluya sürülmesine yardımcı olan vinç tertibatının parçalanmış olduğunu fark etti. Ama birşeyler yapmalıydı…
Çanakkale savaşlarında komutanından erine kadar herkes, çok büyük bir gayretle savaşmıştı. Dost düşman herkes bilir ve ifade eder ki, yaptıkları savaşın bir ‘cihad’ olduğunun şuuru içinde olan Türk Askerleri, ellerinden gelen ve insan olarak yapmaları gereken tüm gayretleri gösteriyorlardı. Bir İngiliz yazarı 18 Mart 1915 günü yapılan büyük deniz savaşında Türk topçusunun gayretlerini şöyle anlatır:
“Türk askerlerinin yedi saatlik uzun bombardıman sırasındaki tutumları hayranlık uyandırıcıdır. Gelibolu kıyısında, Kilitbahir’deki Türk topçusunu izleyenler, onların önüne geçilmez bir inançla savaştığını, askerler top başına koşarken imamların dua okuduklarını anlatır. Burada görülen, savaşın alışılmış heyecanının da ötesindedir. Türk askerleri bir dini heyacan, kafire karşı savaşmanın getirdiği bir duygunun etkisindedir. Bu nedenle uçuşan şarapnellere ve patlıyan mermilere aldırmaksızın kendilerini ileri atarlar.” (Gelibolu, Alan Moorehead, şubat 2002, Doğan Kitapçılık- sahife 66)
İşte bu cihad etme şuuruyladır ki, askerlerimiz arasında eşi ve benzeri duyulmamış olaylar yaşanmıştır.
Çanakkale cihadının bu enteresan olaylarından birisi de Seyit Onbaşı’nın başına gelenlerdir. Aslında Seyit’in yaptığı kahramanlığın, bilinen tabiat kanunları ile izahı yoktur. Elbette bir izahı vardır, ama bu izah ancak Nusretullah, (Allah’ın yardımı)kavramıyla anlamını bulur.
Şimdi olayı nakledelim:
Büyük patlama…
18 Mart günü saat 17.00 olmuştur. Deniz savaşı bütün hızı ve şiddeti ile devam etmektedir. O ana kadar Türk topçusunun maharetli atışları ve Nusret’in gizlice döktüğü mayınlarının yardımı ile düşmanın, Bouvet zırhlısı batırılmış, Inflexible ve Irresistible iseağır yaralanarak yan yatmış, düşmanda bir panik havası görülmeye başlanmıştı. Yan yatmış olan Irresistible’in hemen yanından, Ocean isimli zırhlı, bağından boşanmış azgın bir atgibi, tekme savururcasına, sağa sola ateş kusarak pervasız bir şekilde ileri gitmeye başlamıştı. Bilhassa Rumeli Hamidiye ve Rumeli Mecidiye tabyaları bu zırhlının açtığı ateşlerle toz duman içinde kalmıştı.
Tam o sırada Rumeli Mecidiye tabyasının ağır toplarının bulunduğu kısma Ocean’ın fırlattığı büyük bir düşman mermisi düşmüş, tabyanın cephaneliği isabet aldığından büyük bir infilak meydana gelmişti. Taş toprak ve insan parçaları havaya savrulmuş, tabya toz bulutları içinde kalmıştı.
Tabyada topçu yardımcılığı yapan, Balıkesir’in Havran-Çamlık (bügünkü ismiyle Kocaseyit) Köyü’nden Mehmet oğlu Seyit Onbaşı, patlamanın tesiriyle üzerine örtülmüş olan taş toprak parçalarını silkeleyip, başını kaldırdı, sağa sola bakındı. Hâlâ yaşıyordu. Şükür yaralanmamıştı da. Yanıbaşında takım arkadaşı Ali’yi gördü:
-Arkadaşlar nerdeler?
-Arkadaşlar mertebelerini buldular. Hepsi şehit oldular. Sadece sen ve ben kaldık.
Seyit doğrulup boğaz sularına bir göz attığında çok heyacanlandı. Düşman zırhlılarından bir tanesi (Ocean) sağa sola alev kusarak hızla ilerliyordu. Hemen istihkamdaki toplara bir göz attı. Bir tanesi dışında hepsi kullanılamaz derecede hasara uğramıştı. Çalışır vaziyette olan topa ait mermileri kaldırıp namluya sürülmesine yardımcı olan vinç tertibatının parçalanmış olduğunu fark etti. Ama birşeyler yapmalıydı.
İşte o an
Yerde, çalışabilir vaziyetteki topa ait dört adet mermi vardı. Sağına soluna bakındı başka mermi de kalmamıştı. Topun atış yapabilmesi için yerde duran mermilerin, birkaç basamaktan oluşan topun merdiveninden yukarı çıkarılıp namlu haznesine sürülmesi gerekiyordu. Ani bir kararla mermilerin yanına gitti. Arkadaşına:
-Gel Ali! Yardım et de şu mermiyi sırtıma alayım.Dedi. Arkadaşı şaşkın şaşkın bakarak:
-Bu mermilerin her biri 215 okka(275 Kg.) çeker. Kaldıramazsın Seyit! dedi.
-Bir deneyelim! diye cevap verdi.
Ellerini toprağa bulayıp tuttukları mermiyi Seyit’in sırtına koymaya muvaffak oldular. Seyit kemiklerinin çatırdadığını duyar gibi oldu. Gözlerinin önünden şimşekler geçtiğini zannetti. Boyun damarları parmak gibi dışarı çıkmıştı. Hafif sendeledikten sonra topun merdivenlerini teker teker, yavaş yavaş çıktı. Arkadaşının yardımiylemermiyi topa sürmeye muvaffak oldu. Nişan tertibatını yeniden ayarlayarak besmeleyle ateşledi. Bu üçüncü mermi, gemiye kıç tarafındansu hizasından isabet edip patladı. Geminin dümen tertibatı parçalandı. Dümensiz kalan gemi geniş yaylar çizerek başıboş sürüklenmeye başladı.
Koşar adım yanlarına gelen batarya komutanı Hilmi Bey, yanlarında iki Alman subayı olduğu halde takdir dolu gözlerle bakarak:
-Sen miydin Seyit?Vurdun gemiyi,dedi.
Ocean sulara gömülüyor
Az sonra kulakları sağır eden bir patlama oldu. Denize baktıklarında az önce Seyit’in dümenini tahrip ettiği, başı boş dolaşmaya başlayan geminin, siyah dumanların içinde kaldığını, dumanlar biraz dağıldığında da yan tarafa doğru yatmakta olduğunu gördüler.
Evet Ocean başıboş ve dümensiz kaldığı için Nusret’in mayınlarından birine çarpmış ve hızla batıyordu. Siperlerin arkasından ve gözetleme yerlerinden tekbir sesleri yükseliyor, alkışlarla ortalık çınlıyor, birbirlerine sarılan komutan veaskerler sevinç gözyaşlarına boğuluyordu… Seyit Onbaşı’nın attığı mermi, bir tek mermi, çılgın Ocean’ı durdurmakla kalmamış savaşın kaderini de değiştirmiştir.
Ertesi günü istihkamları tek tek dolaşmaya başlayan Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Bey, Seyit’in kahramanlığını öğrenir:
-Evladımbu mermileri nasıl kaldırıp, topun namlusuna sürdüğünü bize gösterebilir misin?
Seyit biraz mahcup bir eda ile, aynı türden bir merminin yanına gider, ellerini toprağa sürer, besmele çekerek mermiye sarılır, fakat mermiyi yerinden bile kımıldatamaz. Bu tarihi olayın belgelenmesi için,merminin ağaçtan bir modelini yaparlar, Seyit Onbaşı’ya bunu kaldırtarak fotoğrafını çekerler. Gerçekten de bu fotoğraf dünya basınında yer almış ve bugün de arşivlerde mevcuttur.
Çanakkale Savaşları’nın kaderini değiştirenler unutulur mu?
Hangi mülahaza ile yapıldığı bilinmez ama, Seyit Onbaşı’nın tarihi fotoğrafında mermiyi sırtında taşıdığı görülmektedir. Fakat olay yerinde bulunan heykelde kucağında taşıttırılmıştır. Madem bir heykel yapılacaktı, aslına uygun yapılsa idi daha isabetli olmaz mıydı?
Seyit Onbaşı’nın hikayesi çok basit bir hikaye değildir. Cihadı, şartlarına uygun olarak gerektiği gibi yapan, sonra da içten bir besmele ile gereğini yerine getirmeye çalışan bir mücahid’in, nasıl Allah’ın yardımına mazhar olduğunun, bu yardım dolayısiyle, savaşın büyüklüğü karşısında, çok küçük gibi kalan bir merminin, o büyük savaşın kaderini nasıl değiştirdiğinin, canlı belgesini bizlere sunmaktadır.
Balıkesir’in Havran, Çamlık köyünden olan Seyit Onbaşı, savaştan sonra köyüne dönmüş, mesleği olan çiftçilikle uğraşırken, yoksul bir vaziyete düşmüş ve öyle yaşamış olduğunu okuyoruz.
Sonradan, Atatürk’ün, savaşın geçtiği yerlere yapmış olduğu bir ziyaret sırasında, Seyit Onbaşı’yı hatırladığı, kendisinin savaşın kazanılmasında çok önemli bir görev yaptığını ifade ettiği, kendisi ile ilgilenilmesi direktiflerini verdiği bilinmektedir.
1939 yılında köyünde vefat eden Seyit Onbaşı, Çanakkale Cihad’ının ve zaferinin adeta bir sembolü haline gelmiştir. Bugün şehitlikleri ziyaret edenler, Seyit’in ve şehit arkadaşlarının ruhuna bir fatiha okumadan geçemezler.
Acı ama gerçek…
Bazı “kitap” yazarları ve “belgesel” ciler, gerek yazdıkları kitaplarda, gerekse çektikleri belgesellerde Seyit Onbaşı olayını hiç olmamış gibi es geçerler. Çanakkale savaşlarını bir dostluk savaşı gibi takdim eden ve o günkü düşmanlarımızın ne kadar kahraman (!) olduklarını bize anlatmaya çalışan bu “Çanakkaleciler” le birebir görüştüğünüz zaman da, Seyit olayının çok abartıldığını, halbuki kaldırdığı merminin 150 kg. bile gelmediğini, ifade ederek, size cevap verirler…
Onlara göre, köyünde odun kütükleri ile uğraşan Seyit’in iri ve antrenmanlı vücuduyla bu mermiyi kolaylıkla kaldırmış olması mümkündür. Olağanüstü bir durum yoktur…
Düşmanlara bile kahraman derken, asıl kahramanlarımızdan merhumSeyit’i görmezden gelenlere şöyle seslenmek istiyorum:
Efendiler!
Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?
Madem iri vücutlu seyit bu 100-150 kg lık mermiyi kolaylıkla sırtlayıp götürmüştü de, o günkü komutanları niçin fotoğrafını çekip dünya basınına servis etmişlerdi? Yoksa bu fotoğraf fotomontaj mı? Seyit gibi iri yapılı bir sürü er varken size göre hiçbir olağanüstülük taşımayan bu mermi olayını niçin anlatmışlardır? Diyebilirsiniz ki, o savaş ortamında bir propaganda olarak böyle bir şey uydurulmuş olabilir?
O zaman şunu da izah edebilir misiniz? Mustafa Kemal Atatürk savaştan çok sonra cepheyi gezerken, Seyit Onbaşı’yı niçin buldurmuştur.
Niçin kendisinden takdir dolu sözlerle bahsetmiştir? Niçin Balıkesir Valisine Seyit’le ilgilenmesi talimatını vermiştir?
Size göre Atatürk de mi olayı abartmıştır? İyi de Atatürk o savaşın içindeydi. O mu olayı yakınen biliyor yoksa siz mi?
Seyit 276 kg lık bu mermiyi cihad şuuru ve Allah’ın yardımıyla kaldırmıştı. Bu kavramlara “hurafe” diyebilen sizler! Yoksa siz Atatürk’ü de hurafeci mi ilan edeceksiniz?
Utanın, utanın!
Gidin bugünkü Kırıkkale mühimmat fabrikasına da, sizin için hoş olmasa bile, o günkü orada bulunan topların mermilerinin kaç okka çektiği gerçeğini öğrenin. Çanakkale gerçeğini ve kahramanlarımızı milletimize unutturamazsınız!!! Kendi kahramanlarımızı ve Allah’ın yardımlarını görmezden geldiğiniz, böyle belgeselleri ve kitapları da alın başınıza çalın!
Seyit Onbaşı’nın ve tüm şehit ve gazilerimizin ruhları şad olsun!
Olayın geçtiği Rumeli Mecidiye Tabyasının bu günkü hali de içler acısıdır… Orasını da manzum olarak anlatmaya çalışalım ki, birilerinin belki yüzü utançtan kızarır da dikkatini çekmiş oluruz…
Bu olay Ekrem Şama’nın yazdığı ŞU BOĞAZ HARBİ isimli kitaptan alınmıştır. (Gonca Yayınları: (0212) 528 50 76
Sunay Akın`dan tarihi bir alıntı. Kul Mehmet yabancısı olduğu ülkede kendine bir iş bulamayınca kendi işini kurmaya karar verir. Yaptığı tek tekerlekli arabayı kırmızı ve beyaz renklere boyar. Yüreğindeki memleket özlemini dindirememiş olacak ki, bir de ay yıldızlı bayrak asar önüne. Bir kenarına “Türk dondurması” yazılı arabası ile sokakları gezmeye koyulur. Bir yandan da Türkçe olarak “Kaymaklıı” diye bağırmaktadır.
Kasap Abdullah Bey de, Kul Mehmet gibi Avustralya`nın Silver City kentinde yaşamaktadır. Bu ikisini biraraya getiren, Osmanlı`nın İngiltere`ye savaş ilan etmesidir. Bu iki kafadar savaş çıkınca ülkelerine dönmek ister ancak yolların kapalı oluşu bahanesi ile geri çevrilirler.
1915 yılının ilk günü, Anzaklar`ın Çanakkale`ye çıkarma yapmalarından yaklaşık dört ay önce, hınca hınç dolu bir tren Broken Hills Boğazı`na geldiğinde, makinist yolun bir araba ile kesilmiş olduğunu görerek yavaşlar. Arabanın üstündeki ayyıldızlı bayrağın ne anlama geldiğini düşünürken bir kurşun yağmuru başlar karşı tepeden. Makinist treni geriye doğru hareket ettirirken vagonlardan insan iniltileri yükselmektedir. Olay yerine gelen polis açılan ateşin şiddetinden tepede en az bir bölük asker olduğunu düşünüp eyalet kuvvetlerini yardıma çağırsa da bir sonuç alınamaz ve askeri birlikler yardıma koşar sonunda. Nihayetinde tepe düşer ve anzak askerleri Kasap Abdullah Bey ile Dondurmacı Mehmet`i on metre ara ile cansız yatarken bulurlar. Sıkı sıkıya sarıldıkları boş tüfekleri zor alınır ellerinden. “Diğerleri kaçmış” denilerek büyük bir arama başlatılır bölgede. Avustralya ordusu, iki insan tarafindan durdurulduğuna inanamaz bir türlü ve bu iki Türk`ün arkasında Almanların olacağı düşünülüp, bölgedeki göçmen Alman dernekleri basılıp yağma edilir ancak bir sonuca varılamaz…
Dondurmacı Kul Mehmet ve kasap Abdullah Bey`in, Çanakkale hezimetinin habercisi olan direnişi “Resmi Avustralya Harp Tarihi”ne “Broken Hill Savaşı” adıyla yazılır! ..
Geçmişine ve geleceğine sahip çıkan Ümraniye Belediyesi “Çanakkale Geçilmez” ile yeni nesillere tarihimizi aktarmayı hedeflemiştir.
Bir Çanakkale gazisinin gözünden yaşananların anlatıldığı çizgi film, Türkiye’de ilk’lere ve en’lere imza atan bir çizgi sinemadır.
“Çanakkale Geçilmez” Çanakkale savaşı hakkında yapılan ilk ve en uzun çizgi sinema, Türkiye’deki ilk savaş çizgi filmi olma özelliğine sahiptir.Aynı zamanda en çok figürün, gemi modelinin ve özel efektin kullanıldığı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün, diğer önemli şahsiyetlerin animasyon tekniğiyle çizildiği ilk çizgi sinemadır.
Gelibolu Yarımadası’ndan ve savaşın cereyan ettiği yerlerden görüntü alınarak ve bu karelerden yola çıkarak 40.000 sayfalık resimler çizilmiş,
10.000 saatlik bilgisayar çalışmasıyla 75 dakikalık çizgi sinema “Çanakkale Geçilmez” ortaya çıkmıştır. Film 67 kişilik ekiple Düşler Evi Çizgi Film Atölyesi tarafından hayata geçirilmiştir.
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün onayı alınarak nisan ayından itibaren 1858 İlköğretim Okulu’nda gösterimi hedeflenmektedir.17 Mart Perşembe Beyoğlu Emek Sinemasında saat 20:30 da galası yapılmıştır.
Çanakkale Savaşı'nı anlatan 'Çanakkale Geçilmez' adlı çizgi film tamamlandı. 75 dakikalık filmi İstanbul'daki tüm öğretim okullarındaki çocuklar izleyecek.
Ümraniye Belediyesi, Çanakkale Savaşı üzerine dev bir çizgi sinema filmine imza attı. Bugüne kadar pekçok belgesele konu olan, tarihin akışını değiştiren Çanakkale Savaşı'nı 75 dakika uzunluğundaki bir çizgi filmde anlatan Belediye, verilen mücadelenin ve kurtuluşun önemini çizgi sinema diliyle İstanbul genelindeki miniklere anlatacak.
Bir Çanakkale gazisinin gözünden yaşananların anlatıldığı ve 17 Mart'ta yapılacak galanın ardından İstanbul genelindeki ilköğretim okullarında milyonlarca öğrencinin karşısına çıkacak olan "Çanakkale Geçilmez" adlı çizgi film, imza attığı ilk ve en'lerle dikkat çekiyor. Çanakkale Geçilmez, Çanakkale savaşı hakkında yapılan ilk ve en uzun çizgi sinema filmi. Aslında ülkemizde yapılmış savaş konulu ilk çizgi filmi. Mustafa Kemal Atatürk'ün diğer önemli şahsiyetler gibi animasyon tekniğiyle çizildiği ilk çizgi sinema örneği olan Çanakkale Geçilmez, aynı zamanda en çok figürün, gemi modelinin ve özel efektin kullanıldığı bir çizgi film